Pınar Arslantürk & Tülay Aydın Türkmen
Adile[1], annesini öldürmek suçundan ceza infaz kurumunda olan 40 yaşlarında bir kadındı. Eyleme geçtiğinde uzun süredir psikiyatrik tedavi görmeyi reddeden Adile, git gide içine kapanıyor; kendini yalnızca “sanatı” olarak tanımladığı resim yapmaya adıyordu. O, yıllar önce gördüğü bir rüyasının ve sonrasında karşılaştığı kitapların kendisine işaret ettiği üzere seçilmiş bir Kadın; kendi deyimiyle “esas prensesti”: geleceği öngörebiliyor, dünya insan ve hayvanlarını zulümden kurtarabiliyor ve şifa dağıtabiliyordu. Kraliçe Elisabeth'in işbirlikçisi olan ve birlikte yaşadığı annesinin bu kraliçe önderliğinde “kendisine yedi atom bombası gücünde büyüler attığını”, “kendisi gibi sevilen, evlenilmek istenen, zeki ve yetenekli bir kadın olmadığını” ve “kendisini çok kıskandığını” söylüyordu. Haset dolu olarak tariflediği annesi hakkındaki sözlerine “çocuklarını öldüren kadınınkinden de beter, iğrenç bir teninin olduğunu”, “kendisine saldırıp, onu öldürmeye çalışacağını ve hatta gözünü çıkaracağını öngördüğünü” ekleyerek devam ediyordu. Belirttiği sebeplerden ötürü de -annesini öldürme- eylemini bir “nefs-i müdafaa” olarak tanımlıyor ve bir şekilde “adaletin yerini bulduğunu” düşünüyordu. Sonunda “huzura kavuşmuşlardı!”.
Adile’yle birlikte Schreber[2], Papin kardeşler[3], kanibalik japon[4], Pierre Rivière[5], Aimée[6] vakaları gibi kendini iyi, ötekini tehditkâr olarak algılayan, hatta bu sebeple saldırganlaşarak eyleme geçmiş, tarihte ele alınmış ya da güncel olarak cezaevlerinde veya akıl hastanelerinde bulunan birçok kişiyi düşünebilirdik. Adile için annesi ona “büyüler yapan ve gözünü oymak isteyen[7]”, Schreber için Fleschig “onunla sinir sistemini etkileyerek hipnotik ya da benzer bir temas içinde bulunan[8]” ve “ruh cinayeti işleyen[i]”, Papin kardeşler için ev sahibeleri “anneleriyle de benzer bir şekilde dayanılamayacak derecede onları eleştiren ve ayırmaya çalışan[9]”, Pierre için annesi “babasını aşağılayan, onurunu kıran[10]”, kız ve erkek kardeşi ise “annesinin zulmünü destekleyen”, Aimée için sanatçı Duflos “oğlunu kaçırmaya ve ona zarar vermeye çalışan[11]” kişilerdir.
Bu vakaların her birinde, gerçekte şiddeti gösteren kişi kendileri olsalar dahi, onları dinlediğimizde, ruhsal dünyalarında kendilerini zulme uğrayan kişi olarak tasarladıklarını ve şiddetin bu tasarımda esasen dışarıdan/ötekinden geldiğini duyarız. Aynen Adile'nin de tanıklık ettiği gibi kendi ölümcül eyleme geçişleri, uğradıkları zulme karşı bir isyan ve “nefsi müdafaa”dır. Her öznenin kendi ruhsallığının nüvesi olarak beliren hezeyanlardaki farklılıklar bir yana dursun, paranoyak özne için ortak olan Öteki’nin bu zulmeden konumudur elbette. Tüm bu tarihi değeri olan vakalar için Öteki’nin kati, yasaya tabi olmayan, total, kendisinden zevklenen/zevklenmeyi planlayan bir konumda olması Lacancı psikanalize göre, Baba-nın Adı’nın menedilmesi ile Öteki’nin -sınırlandırılamayan- zevkinin özne üzerindeki sonuçları olarak okunur.
Bu vakaların bir diğer ortak noktası da ruhsal dünyalarında Kopernik devrimi gerçekleşmemişçesine, kendilerini kati ve yasaya tabii olmayan olarak tasarladıkları Öteki'nin dünyasının merkezinde ve istisnai bir konumda kurgulamış olmalarıdır. Kraliçe Elisabeth'in en büyük tehdidi olan Adile, dünyayı kötülükten kurtarmak; doktoru Flechsig’in kendisinden zevklendiği Schreber, yeni bir insan ırkı yaratmak üzere Tanrı'nın eşi olmak; yozlaşmanın temsili Duflos’un zulmedeceği Aimée, kadın ve çocukların hüküm sürdüğü idealize bir topluma öncülük etmek üzere seçilmiş Kadın’lardır.
Seçilmiş olmalarının da ötesinde ikinci olarak göze çarpan, cinsiyetlenmeye dair yaşadıkları muğlaklıktır. Cinsiyetleri de bedenleri de dönüşebilirdir: Schreber, güncesinde, saniyeler içerisinde kadına dönüştüğünü, göğüslerinin çıktığını, tüylerinin yok olduğunu, erkeklikten çıkarıldığını[ii]; Adile, Nostradamus’un kendisini işaret ettiği kehanetinde sözü geçen kurtarıcının cinsiyetinde bir karışıklık[12] olduğunu, bedeninin büyüyüp küçülebildiğini; Aimée “erkek ruhuna merak” olarak adlandırdığı erkeksi hislerinin yanı sıra içinde kadınsıya dair “gizli bir bahçe”si olduğunu deneyimliyordur. Kişilerin deneyimledikleri bu dönüşen beden ve cinsiyetlere dair hisler Lacancı psikanalitik kurama göre, Alain Vanier'in bu kitapta yer alan konuşmasında da ele aldığı gibi, dünyayı anlamlandırmaya yarayan fallüs göstereninin menedilmesiyle bedenin ve dolayısıyla cinsiyet farklılıklarının anlamlandırılamamasının, ruhsal alana yazılamamasının sonuçları olarak görülmektedir.
Özetlememiz gerekirse zulmeden bir Öteki karşısında istisnai bir konum alma ve cinsiyet farklılığını ruhsal alanda tasarlayamamayı paranoya vakalarının[13] ortak noktası olarak tanımlayabiliriz. Bu metinde Lacan'ın geliştirdiği Kadın'a itiş (pousse à la Femme) kavramı ile bu örüntünün nasıl bir ruhsal işleyişin sonucu olduğunu ve bu kavramın tarihsel gelişimini ele alacağız.
Freud'dan Lacan'a Başkan Schreber okuması: Bir doğrultmanın öyküsü
Lacan'ın, Kadın'a itiş kavramını keşfini ve evrimini incelerken Freud'un Schreber okumasından yola çıkacağız. Zira Lacan, 1955-1956 senelerinde gerçekleştirdiği Psikozlar üzerine olan üçüncü semineri ve bu seminerinin bir okuması olan 1958 senesinde kaleme aldığı “Psikozların Tedavisine Olanak Oluşturabilecek Birkaç Öncü Soru” metninde dikkatli bir şekilde hem Schreber'in güncesini hem de Freud’un Schreber’i okuma biçimini ele alır ve bu okumaya seminerinin en başından itibaren, bu bölümde adım adım açıklayacağımız olgular dayanağıyla, karşı çıkar. Bu bağlamda Kadın'a itiş kavramı Freud'a geri dönüş hareketinin en canlı yıllarında -1950’ler-, Freud'un metnini satır satır takip ederken ayrıştığı noktaların sonucunda bir sürpriz olarak doğmuş ve kuramındaki en tutarlı kavramlardan biri olarak öğretisinin son yıllarında dahi değindiği bir kavram halini almıştır. Metnimizin bu bölümü Schreber, Freud ve onları okuyan Lacan'ın metinlerinin bir diyaloğu olarak değerlendirilebilir.
Freud, tıpkı nevroz vakalarıyla olan çalışmalarında olduğu gibi, Schreber'in güncesi üzerine olan çalışmasında belirtilerin ortaya çıkmasının altında yatan mekanizmaları araştırmıştır. Nevrozun temelini oluşturan bastırma ve bastırılmışın belirti, rüya, dil sürçmesi gibi çeşitli bilinçdışı üretimleriyle bilince farklı, gizlenmiş, ancak analiz edilmesiyle anlaşılabilecek şekilde geri dönüşü Freudcu kuramın en temel hipotezidir. Bu noktada Lacan da onunla çok açık bir şekilde hemfikirdir.
Nevrotik için bastırma nedir? Bir dildir. Bu şu demektir, histerik ya da obsesyonel olsun kendi ve öteki arasındaki imgesel diyalektikte belirtileri ile ürettiği başka bir dildir. Nevrotik belirti, bastırmayı ifade eden bir dil işlevi görür. (...) ki bu da bize bastırma ve bastırmanın geri dönüşünün aynı işleyişin farklı yüzleri olduğunu(...) gösterendir...
Freudcu psikanalitik kuram, bastırılan ödipal arzular ve ilk sahne düşlemleriyle bilinçdışının kurulduğunu ve bu sürecin evrensel olduğunu öne sürer. Laplance ve Pontalis'de Psikanaliz sözlüğünde Ödipal karmaşayı benzer bir şekilde tanımlar:
“Ödipal karmaşa kişiliğin yapılanmasında ve insanın arzusunun yöneliminde temel bir rol oynar. Psikanalistler, (onu) psikopatolojinin en önemli referansı olarak görür ve her patoloji tipi için onun konumunu ve çözümlenmesini tanımlamaya çalışırlar. Psikanalitik antropoloji evrensel olduğunu öne sürdüğü Ödipal karmaşanın üçlü yapısını bütün kültürlerde bulmayı bekler...[iii]”
Lacan da böylesi bir uğraşı içerisinde farklı yapılanmalarda ödipal karmaşaya dair alınan öznel konumları incelemeye koyulur ve bu çalışma esnasında ödipal karmaşanın esas yapı taşı olan, Freud'un ortaya koyduğu; kastrasyon kaygısına ve ruhsallığın fallosantrikliğine geri döner. Psikozlar Seminerinde Lacan, fallüsü anne ile çocuk arasındaki diyalektiğe giren ilk nesne olarak tanımlar fakat bu fallüs üzerine son sözü değildir. Ardından gelen yıllarda fallüsü bir gösteren statüsüne çıkartır[iv]. Böylelikle kastrasyon kaygısının klinikteki farklı tezahürleri ve kuramsal olarak bu farklılıkların nasıl duyulabileceklerine dair yıllar sürecek bir araştırma başlar.
Burada içselleşmiş ödipal bir çerçeve ile kastedilen, artık dilin ve söz alanının yasalarının içerisinde/üçüncü’nün tanındığı ve bastırmanın işlevsel olduğu bir ruhsal düzenektir. Böylesi bir yapıda imgesel, simgesel ve gerçeğin alanları ayrışır. Lacan psikanalitik kuramın temellerini dile dair getirdiği bu ilerlemeyle beraber tekrardan yorumlar:
“Eğer öznede cinselleşmiş bir konumun tanınmasının simgesel aygıtla ilişkili olmadığını söylersek Freudculuk yok olabilir, kesinlikle hiçbir şey ifade etmez. Özne, yerini önceden oluşmuş cinselliğin içine yasayı yerleştiren simgesel bir aygıtta bulur. Ve bu yasa, özneye, cinselliğini ancak ve ancak simgesel bir planda gerçekleştirme izni verir. Ödip bu demektir[v]”
Lacan, Freud’dan miras aldığı ödip ve kastrasyon karmaşasını, gösterenler ve dil meselesini merkeze koyarak yeniden yapılandırmış; bu karmaşanın sonucu olan cinsiyetlenme ve bir soy zincirine yazılmayı ise konuşan varlık insanın, insanlaşma sürecinin temeline yerleştirmiştir. Bu şekilde okunduğunda insan evladı olarak doğan biyolojik varlığın, konuşan varlık'a dönüşüp bir soy zincirine yazılması sürecine verilen addır Ödip. Lacan, Freud'dan aldığı ve yeniden yapılandırdığı mirası şu şekilde özetler:
“Burada bütün okumaları tepe taklak eden Freudcu kuramın temel silahlarını (...) saymakla yetineceğiz:
• fallüsün imgesel işlevinin iki cinsiyette de denk tutulması (...),
• kastrasyon karmaşasının öznenin kendi cinsiyeti ile yükselmesi için normalleştirici bir evre olarak sayılması,
• bütün bireysel öyküde Ödipal karmaşanın yapılandırıcı varlığı ile babanın katli mitinin gerekliliği (...),
• herzaman “eşsiz” olarak yeniden bulunacak kayıp nesnenin aşk hayatındaki tekrarının etkisi...[vi]”
Bu iki büyük psikanalist için nevrozlarda yapılandırıcı olanı ele aldıktan sonra, bu bilgiler ışığında Freud'un Schreber okumasına dönebiliriz. Schreber'in güncesinde değindiği belirtilerinin, nevrozlardan farklı olarak, bastırılmışın bir geri dönüşü olarak görülemeyeceği; aksine nevrozda bilinçdışı olanın Schreber'in tanıklığında “apaçık”, “ifşaa olmuş” bir şekilde ortada olduğunu söyler:
“Paranoyanın ruh çözümsel incelemesi, eğer bu hastalar diğer nevrotiklerin bir sır olarak gizli tuttukları şeyleri ayrıntılı olarak ifşaa etme (çarpıtılmış bir biçimde olsa da) özelliğine sahip olmasalardı, tümüyle olanaksız olurdu.[vii]”.
Bu kesitte Freud, Schreber vakasında bastırmanın işlevsiz olduğunu işaret etmektedir. Bu sebeple metnin kalanında psikozda nasıl bir ruhsal işleyiş olduğunu araştıracak ve bunun çok daha güçlü ve kökten bir sürecin sonucu olduğunu ortaya koyacaktır. Bastırma mekanizması kullanıldığında rahatsız edici deneyimlerin unutularak başka bir formda belirmesinin aksine psikozda işleyen mekanizma sayesinde rahatsız edici içerik adeta tamamıyla imha ediliyordur:
“Ego uyumsuz fikri, duygusuyla birlikte reddedip, bu fikir sanki hiç ortaya çıkmamış gibi davranır ve bunu gerçekleştirdiği andan itibaren psikozun içerisindedir[viii]”.
Ona göre nevrotiklerde egoyla uyumsuz, acı verici olan bastırılmış fikirler biçim değiştirerek belirtiler halinde geri dönerken; anıların sorumluluklarından muaf kalan psikotikler için bu geri dönüş gerçeklikte olur. Bu sayede psikotiklerin ruhsallıklarında üstlenilemeyen, “apaçık bir şekilde ortada” kalmıştır! Bu bizlere psikotik öznede, nevrozlardaki gibi klasik anlamıyla bir bilinçdışı olmadığını işaret eder. Seminerinin açılış oturumunda “psikozda bilinçdışı yüzeydedir, bilinçtedir demek bir klasiktir[ix].” diyerek, buraya kadar Freud'la hem fikir olduğunu dile getiren Lacan, ilerleyen oturumlarda bu söylemini daha da açacaktır: “Psikozun nevroz ile aynı etiyolojiden geldiğini ve tıpkı nevroz gibi dilin bir etkisi olduğunu söyleyemiyoruz[x]”.
Fakat Freud, psikozda bilinçdışından söz edilemeyeceğini ve dolayısıyla bastırmanın işlevsiz olduğunu ortaya koymuş olsa dahi Schreber'in güncesinde psikozunun açılımından itibaren “cinsel ilişkiye girmeye boyun eğen bir kadın olmak çok hoş bir şey olmalı[xi]” diye başlayan, ardından “erkeklikten çıktığını[xii]”, “kadına dönüştüğünü” uzunca anlattığı kesitleri, bastırılmış eşcinsel libido ve bu bastırılmış eşcinsel arzuların bilince geri dönüşü olarak tanımlar:
“Şiddetli psikozda dişil düşlem her şeyi önüne katmıştı ve hastanın, hekiminin ellerinde gerçekleşecek bir cinsel kötüye kullanılma korkusu gerçeğini sezebilmemiz için sadece Schreber'in anlatım biçiminin karakteristik paranoyak belirsizliğinin hafif bir düzeltilmesini yapmak gerekir. Öyleyse [Schreber'in] hastalığı kışkırtıcı eşcinsel libidonun bir patlamasıydı. Bu libidonun hedefi en başından beri büyük olasılıkla hekimi Flechsig'di ve hastanın libidinal itkiye karşı savaşımları belirtilere yol açan çatışmayı doğurmuştu[xiii]”.
Bastırmanın işlevsiz olduğunu dile getirdikten sonra apaçık bir şekilde ortada olan yapıyı ve belirtileri gene bastırma ve bu bastırılmış arzuların “patlaması” şeklinde yorumlamak elbette çelişkilidir ve bize, kendisinin psikoz üzerine düşünürken nevrozlara dair okumasının etkisinde kaldığını düşnüdürür.
Bu okumada çelişkili olan bir diğer bir husus ise Schreber’in, “cinsel ilişkiye girmeye boyun eğen kadın olma” düşüncesini bir düşlem (fantezi) olarak yorumlamasıdır. Freud, Schreber'in Tanrı'nın karısına dönüşmesini iki zamanlı olarak tasarlar: ilki, doktoru Flechsig'e karşı olan eşcinsel arzularını kabul edilebilir kılmak için erkekliğin yok edilmesi fantezisinin[14] yol açtığı hipokondriyak hezeyanlar, ardındansa Tanrı'nın karısına dönüşme fantezisinin yol açtığı grandiyoz hezeyanlar. Bu sayede eşcinsellik ve kastrasyon gibi rahatsız edici tüm fikirlerden kurtulduğunu öne sürer:
“Daha önce de söz ettiğim, yarı uyur durumda çiftleşme eylemine boyun eğen bir kadın olmanın hoş olacağı yolundaki düşünceyi anımsarsak, erkekliğin yok edilmesi fantezisini esas almak gerektiği ve bu -eşcinsel- fantezinin başlangıçta kurtarıcı motifinden bağımsız olma olasılığı daha da güçlenir… Schreber’in kişiliğinde bu fanteziye karşı yoğun bir direnç uyanmış ve bunu izleyen ve pekala da başka bir şekil almış olabilecek olan savunmaya yönelik savaşım, bizim bilmediğimiz nedenlerle bir zulüm görme sanrısı halini almıştı… Schreber için doktoruna karşı istekli bir kadın rolünü kabullenme olanaksızdı; ancak Tanrı’nın kendisine, talep ettiği şehvani duyuları sağlamak beni açısında böyle bir direnç gerektirmiyordu. Erkekliğin yok edilmesi artık ayıp değildi.[xiv]”
Lacan’ın Freud’la ayrıldığı ilk nokta Schreber'in kadına dönüştüğü hayalleri okuma biçimleridir. Seminerinin henüz üçüncü oturumundayken Lacan, Freud'un eşcinsel libido ile ele aldığının çok muğlak kaldığını, yeterince açıklanmadığını ve bu hipotezi doğruysa dahi bunu nasıl işlediğini açmasının gerekli olduğuna işaret eder:
“Eşcinselliğin ne olduğunu ve bu konunun öznenin [ruhsal] ekonomisinin ne kadarına müdahale ettiğini, bir başka deyişle psikozu nasıl belirlediğini bilmek, sanırım bu konuda taslak anlamında sadece en belirsiz ve en çelişkili adımlar olduğuna tanıklık edebilirim.[xv]”.
Freud, Cinsellik Üzerine Üç Deneme adlı eserinde bir dipnotta esasen düşlemin nevroz, psikoz ve sapkınlıklarda farklı klinik örüntülerle gözlemlenen olguların benzer bir ruhsal düzenekten doğduğunu dile getirmiştir.
(...) Sapkınların, elverişli koşullarda eyleme dönüşebilen, açıkça bilinçli düşlemleri; paranoyakların düşmanca bir tavırla başkalarına yansıtılan hezeyanlı korkuları ve psikanalizde belirtilerin arkasında olduğu ortaya çıkan histeriklerin bilinçdışı düşlemleri: tüm bu üretimler en ince detayına kadar içerikleri bile birbirleriyle örtüşür[xvi].
Bu örüntülerin açıklanmasıysa Freud'dan sonraki yazarlara kalacaktır. Lacan da Freud'un yapıtında muğlak kalana, yani, her bir yapıda neyin işlediğini açık bir şekilde ortaya koyma gerekliliğine odaklanır. “Rahatsız edici içeriği reddetme” mekanizmasını gene Freud'un Kurt adam metninde ortaya koyduğu “Menetme[15]” kavramıyla birlikte düşünür ve psikozlar üzerine olan seminerinin en başında, bu temel mekanizmanın bir sonucu olarak, psikozlarda simgesel alana girişin mümkün olmadığını ortaya koyar.
“Bir özne kendi simgesel evrenine kaçınılmaz olarak deneyimlediği bir şeyin girmesini/katılmasını reddedebilir – ki bu şey kastrasyon edilme tehdidinden başka bir şey değildir... Bastırmaya uğrayan geri gelir çünkü bastırma ve bastırılmışın geri dönüşü aynı şeyin iki yüzünden başka bir şey değildir. Bastırılmış her zaman buradadır fakat semptomlar ve diğer olgularda farklı bir şekilde ifade bulur. Fakat verwerfung'a uğrayanın kaderi başkadır... Simgesel alanda verwerfung anlamında reddedilen gerçekte yeniden belirir[xvii]”
“Şimdi sıra psikozlarda. Psikozlar ne demektir? Psikozlarda öznenin gösterenlerle ilişkisi nedir?... Size gösterenler alanında werworfen olmuş olan bir şey olduğunu işaret etmiştim. Böylesi bir verwerfung'un nesnesi olan gerçeklikte tekrardan belirir. Böylesi bir mekanizma daha önceki deneyimlerimizden imgesel, simgesel ve gerçeğe dair bildiklerimizden farklıdır[xviii].
Lacan'ın seminerinde alıntılandığı orijinal haliyle Almanca olarak yazılan, Türkçe’ye menetmek olarak çevrilen kelime; Fransızca’da dışarıda kapalı kalmak anlamına da gelmektedir. Menetme ile ruhsal alana hiç sızmamış olan, dışarıda kapalı kalmış olan yasalar ve yapılardan bahsediliyordur. Reddetmek veya post freudyenlerin sıklıkla kullandığı haliyle inkâr etmek kelimeleri yerine menetmek gibi daha radikal bir kelimenin seçilmesi, psikotik yapının özelliğini ve ortada olan mekanizmanın köktenliğini vurgulamak içindir. Bir şeyi reddedebilmek ya da inkâr edebilmek için öncelikle onu tanımak gerekir. Lacan'ın seçtiği kelime daha en baştan ruhsal alan tarafından tanınmamış olanı vurgular. Psikoz için asıl mesele tam da düşleyebilmeye olanak sağlayan mekanizmanın menedilmiş olmasıdır.
Bu durumda nevrozda düşlemin olduğu yeri psikozda hezeyan almakta ve dolayısıyla bütün düşlemin gerçeklikte ifade bulduğu; yani düşünsel olanın gerçek olarak yaşantılandığı bir ruhsallık karşımıza çıkmaktadır. Dikkat edelim: Schreber, ''cinsel ilişkiye girmeye boyun eğen bir kadın olmak çok hoş bir şey olmalı[xix]'' şeklindeki düşüncesinin hemen ardından bedeninde değişimler deneyimliyor ve Tanrı’nın karısına dönüşüyordur[16][xx]. Aimée, oğlunun tehlikede olduğunu düşünür ve bu tehdidin nereden ve kimlerden gelebileceğini anlamaya çalışırken, eş zamanlı olarak ismini duyduğu kişinin oğluna zarar vereceğinden emindir. Benzer bir şekilde Adile, annesinin kendisine zarar verebileceği üzerine düşündüğü sırada oturduğu siteye girip çıkan insanların kendisi için tutulmuş birer kiralık katil olduklarına ikna olmuştur. Gördüğümüz gibi akla gelen bir düşünce ile o anda bedende deneyimlenen bir arzu/duyum ya da dış gerçeklikteki olgular arasında hiçbir dolayım ve mesafe yoktur. Düşünce imgesel ve simgeselin filtresinden geçmeden gerçekte vuku buluyordur[xxi]. Bu noktada bir simetri ortaya koymak Paul Laurent Assoun da değindiği gibi çok çekicidir: “Benlik ve id arasındaki gerilimde nevrozda düşlem ne işe yarıyorsa; benlik ve dış dünya arasındaki gerilimde hezeyan o işe yarıyordur[xxii].”
Freud'un arayışının ilk etabını tamamlayıp psikozda işleyen temel mekanizmayı ortaya koyduktan sonra Lacan, ikinci bir soru üzerinde çalışmaya başlar: Menedilmiş olan nedir? Seminerinin son oturumlarında Lacan, menedilmiş olanın üremeye dair gösterenler olduğunu vurgulayacak ve Laplanche ve Pontalis'in de psikanalist bir araştırmacının amacı olarak tariflediği gibi psikozların kökeninde Ödipal karmaşaya dair neler olduğunu ortaya koyarak kuramını ilerletecektir.
“Bu büyük krizinde havada asılı kalmış olan gösteren hangisidir? Bu Freud'un da obsesyoneller hakkında “anne olmak” şeklinde değil de baba olmak şeklinde en sorunsal haliyle ortaya koyduğu doğurma/üreme gösterenidir[xxiii].”
Yıllar içerisinde menedilenin Baba'nın Adı göstereni olduğu anlaşılacaktır. Baba'nın Adı, bütün simgesel düzeni ayakta tutan gösterendir ve bu, en temel gösterenin menedilmesi, simgesel alanın açılamaması, Öteki'nin arzusuna bir sınır koyulamaması ve bu arzunun anlam dışı kalması ile sonuçlanacaktır. İlk bölümde değindiğimiz, Öteki’nin tekinsizliği ise, Baba'nın Adı ve fallüs gösterenlerinin menedilmesinin sonucu olarak belirir. Yasaya tabi olmayan özne için ne dilin, ne bedenin, ne anlamın, ne de zevkin sınırlanabildiği bir ruhsal işleyişten söz edebilmek mümkündür: “Psikozun esas şartı olan, onu nevrozdan ayıran kusur, Baba'nın Adı'nın Öteki'nin yerinden menedilmesi dediğimiz kazadır”.
Lacan Psikozların Tedavisine Olanak Oluşturabilecek Birkaç Öncü Soru metninde tüm bu ele aldıklarını toparlamakta ve bir şema ile özetlemektedir; bu şemayı da Schreber'in şeması olarak adlandırır. Schreber'in şeması gerçeğin şeması olarak bilinen R şemasının deforme olmuş halidir.
Temel gösterenlerin yazılmadığı bir ruhsal yapıda dilde de bir bozulmaya tanıklık ederiz. Bu bozulmayı Freud'da fark etmiş ve Bilinçdışı metninin 7. ünitesinde buna dikkat çekmiştir. Freud bu metinde psikozlarda dilin işleyişinin, nevrozda bilinçdışının statüsüne dair de bilgiler verebileceği hipoteziyle yola çıkar:
Yalnızca düş yaşamı ve aktarım nevrozları bilgimizi kullandığımız sürece bundan önceki tartışmalarda toparladıklarımız olasılıkla bilinçdışı hakkında söyleyeceğimiz her şeyi içeririr... Her şeyin ötesinde bilinçdışını daha önceden bildiğimiz herhangi bir bağlamla ilişkilendirme ya da onu dahil etme olanağı sağlamaz. Bize, bilmecemsi bilinçdışına ulaşmamızı sağlayacak ve deyim yerindeyse onu somutlaştıracak kavramları vermeyi vaat eden tek şey narsistik psikonevrozlar olarak adlandırdığımız hastalıklardan birinin çözümlemesidir[xxv].
Narsistik psikonevrozlar, bugün psikozlar olarak adlandırdığımızdır. Freud, bu metnin devamında psikotiklerin dili kullanış şeklini bir organ dili[xxvi] ya da beden dili[xxvii] olarak adlandırır ve şeylere kelimeler gibi davrandıklarını ele alır:
“Eğer şizofrenide yerine-geçen oluşumuna ve belirtiye tuhaflık özelliğini verenin ne olduğunu kendimize sorarsak er geç bunun sözcüklerle ilgili olanın şeylerle ilgili olana ağır basması olduğunu anlamaya başlarız. (...) Yerine geçeni belirleyen şey sözü edilen şeyler arasındaki benzerlik değil ama onları ifade etmede kullanılan sözcüklerin aynı oluşudur[xxviii]... Öte yandan, somut şeylere soyutmuşlar gibi davrandığını söyleyerek şizofreninin düşünce biçimini nitelendirmeye yönelik bir girişimde bulunabiliriz.[xxix]”
Baba'nın Adı ve fallüs'ün bir gösteren olarak adlandırılması ile Lacan bu bozulmanın altındaki düzeneği de açıklamış olur.
Lacan, Freud’a belirli noktalarda itiraz edip özgün bakış açısı ile yepyeni kuramsal ve klinik ufuklar açsa dahi Freud'un okumasına da bir noktada hakkını teslim etmektedir: her ikisine göre hezeyan bir iyileşme denemesidir. Deneme kelimesinin önemine özellikle vurgu yapılmıştır. Hiçbir zaman tam bir iyileşme gerçekleşmesi mümkün değildir ve psikoz her defasında gerek klinisyeni, gerekse özneyi, yeniden inşaya ve yaratıma davet eder.
Lacan, yukarıda ele aldığımız sırayla nevrozlardan farklı olarak psikozlarda işleyen temel ruhsal mekanizmayı ortaya koyduktan sonra Schreber'in kadına dönüşmesinin altında yatan süreci Freud'un düşündüğünün aksine bir eşcinsel libido yükselmesinden ve bu fikrin kabul edilemez bir düşlem olmasından kaynaklanmadığını; bilakis Baba’nın Adı ve fallüs gösterenlerinin, başka bir deyişle erkekliğin gösterenlerinin yazılmadığı bir ruhsal düzeneğin mantıki bir sonucu olduğunu ortaya koyacaktır. Bu değerlendirmeler ışığında Lacan, Schreber'de gözlemlediğimiz sürecin, psikozlarda işleyen Kadın'a-İtiş olarak adlandırdığı temel bir mekanizma olduğunu ortaya koyacaktır. Bu kavramı ise gene Freud'un metninin içerisinden çıkartacaktır. Freud, Schreber'e dair metninde bu kadına dönüşmeyi ele alırken Verweiblichung[xxx] diye bir kelime de kullanır. Bu Fransızca'ya feminisation olarak çevrilir ve Alain Vanier'in konuşmasında da kadınlaşma olarak çevirdiğimiz kavrama denk gelir. Bu kadınlaşma kelimesine bir alternatif olarak, dürtünün iten yapısına atıfta bulunarak Kadın'a-İtiş olarak adlandırır.
Kadın'a İtiş
Kadın'a itiş, imgesel ve simgeselin dolayımı olmaksızın gerçekle karşı karşıya kalan psikotik öznenin, dünyayı anlamlandırabilmek, cinsiyet farklılığını oluşturabilmek adına başvurduğu yöntemlerinden biridir. Schreber vakasında bu gerçeği yeniden oluşturma girişimi, psikozunun tetiklenmesinden hemen sonra gelen ''bir kadın olarak cinsel ilişkiye boyun eğmek güzel olurdu'' cümlesiyle başlar. Fakat bu aşamada düşüncesi henüz prematüredir ve Schreber, hezeyanının gelişimini okuduğumuz kitabı boyunca bu düşüncenin ucunu takip eder. Bu düşünce yatışı gerçekleşmeden hemen önce, babasal bir konuma, Dresden Adalet Sarayı'nın başkanlığına çağrılmışken aklına gelmiştir. ‘‘Bu eşcinsel libido patlamasının neden tam da bu dönemde, yani atanması ile Dresden’e nakledilmesi arasındaki dönemde hastayı etkisi altına aldığı sorusu, -Schreber’in- yaşam öyküsüne ilişkin kesin bilgiler olmadıkça yanıtlanamaz.[xxxi]’’ diyen Freud için onun öyküsünde muamma olarak kalan kısımlar, Lacan’ın okumasının ardından açığa kavuşmaktadır[17]. Kadın'a İtiş yoluyla dağılma anında ortadan kalkan cinsiyet farklılığı yeniden ruhsal alana yazılacak ve Schreber'in tüm cinsel dünyası ve kimliği yeniden inşa olacaktır.[18]
Kadın'a itiş ile klinik olarak neyi kastettiğimizi açık bir şekilde tanımlayabilmek adına, özneye ve deneyimine sadık kalarak, sözü Schreber'e bırakalım:
“Ne yazık ki cinsel organların hadım edilmesinin ne olduğunu öğrenmiştim. Ben isteyeyim ya da istemeyeyim hadım edilme evrenin düzeninde mutlak bir zorunluluk ve mantıklı bir uzlaşı arayışındayken bana geriye kalan ise Kadın'a dönüşmekti.[xxxii]”
‘‘Kendi bedenimde, el değmemiş bir bakirenin, yani bir erkekle hiçbir zaman ilişkiye girmemiş bir kadının bedeninde, İsa’nın ana rahmine düşmesine benzer bir şeyler oluyordu. İki ayrı zamanda (ben hala Profesör Flechsig’in hastanesindeyken) az buçuk kusurlu olsa da kadın cinsel organlarına sahip olmuştum ve bedenimde, bir insan embriyosunun yaşam belirtileri göstermeye başlamasına benzer bir kımıltı hissetmiştim. Erkek semenine karşılık gelen Tanrı’nın Sinirleri, ilahi bir mucizeyle benim bedenime yansıtılmıştı ve böylece döllenme gerçekleşmişti.[xxxiii]’’
Schreber, cinsiyetine dair yaşadığı karmaşayı defalarca “apaçık” bir şekilde dile getirir ve hezeyanının ileri tarihlerinde özellikle Tanrı’nın karısı olması amacıyla bedeninin, kadın bedenine dönüştüğünü ve kendisinden yeni bir ırk doğması adına Tanrı tarafından döllendiğini deneyimlediğini ifade eder. Lacan da bu kesitlerden yola çıkarak “Gerçekten de Tanrı’nın kadını olarak gerçekleştirir kendini[xxxiv]” der. Bu durumda nevrozda Baba'nın-Adı ve fallüs gösterenlerinin mümkün kıldığı fallik zevke; psikozda ‘Kadın’ ve transseksüel hezeyan aracılığıyla duyulan zevk bir alternatif olmaktadır.
Kadın'a itiş'in ruhsal aygıtta işlevi nedir? Schreber'den alıntıladığımız kesitte kendisi dahi, Kadın'a dönüşmesini bir “uzlaşı” olarak tanımlar. Lacan da ona sadık kalarak Kadın'a itiş ve sonucunda doğan hayali kadınlaşma olgularını, imgesel alanın dağıldığı noktada simgeseli gerçekleştirecek “bir çözüm”, bir “restorasyon[19]”, başka bir deyişle bir iyileşme denemesi olarak yorumlar.
Schreber, hezeyanın birinci zamanında -yani kadına dönüşmeye başladığı, cinselliğe boyun eğeceği ve Dr. Fleschig'in tehdidi altında olduğu zamanda- Öteki'nin zevk nesnesi konumundadır. Bu aşamada kendisine bir çözüm bulamaz ve Tanrı'nın karısı olduğu hezeyanının ikinci zamanı açılır. O artık hem Tanrı'nın karısıdır hem de “tek” seçilmiş olandır. Bu, bir çözüm olur: Artık hem Öteki'ne göre konumlanabiliyor hem de cinsiyetli olarak kendisini ve Öteki'ni tanıyabiliyordur. Bu yolla bedeninde yaşadığı hisler ve deneyimler de bir anlam bulmuştur. Başka bir deyişle Kadın'a itiş dürtüyü bir şekilde “organa” eklemler ve dünyasını yeniden düzenler.
Kadın'a İtiş'in ikinci bir işlevini, dürtünün organa eklemlenmesi ile neyin kastedildiğini, gene Schreber'in metnini takip ettiğimizde görürüz. Bu düşünceleri ölü olduğunu düşündüğü zamandan sonra ortaya çıkmıştır.
“Daha önce bahsettiğim sebeplerden dolayı karımın son ziyaretinde (1894 şubat ortaları) Flechsig'in hastanesinde kalışımın sonu (1894 haziran arası) neler olduğunu tam söyleyemem. Sadece birkaç fikrim var. Doğaüstü güçlerle iletişim kurarken önüme, kendi ölüm ilanımın yazdığı bir gazetenin konduğunu hatırlıyorum. Bunu, artık insanların içine bir daha dönme ihtimalim olduğunu düşünemeyeceğim olarak algıladım.[xxxv]”
Bu metinde de dile getirdiği gibi öldüğüne dair düşünceleri hezeyanının çok erken dönemlerinde başlar ve yatış dosyasında dahi öldüğüne dair inancına yer verilmiştir. Lacancı kurama göre canlı olma bilincini fallüs göstereni verir. Bu gösterenle ruhsal dünya düğümlenmediğinde, Schreber'in hipokondriyak hezeyanlarında olduğu gibi, ölü olduğu düşüncelerine tanıklık ederiz. Bu durumda ölü olma düşüncelerinin ardından gelen Kadın'a dönüşmesi fikrinin önemli bir işlevi daha vardır: Kadın'a itiş, yaşamın barınmadığı, ölü bedenini bir canlandırma denemesidir. Bedenini bu yolla bilinç düzeyinde canlandırır.
Cinsel ilişkiye boyun eğme düşüncesi bu şartlar altında eşcinsel bir libidonun yani her şeyden önce cinsel bir libidonun uyanışı değil aksine açık ve aktif olan ölüm dürtüsünün bir dönüşümüdür! Açık olan ölüm dürtüsü ve onu canlandıracak gösterenin yokluğunda ölmüş bedenini bu düşünce tekrardan canlı kılar! Marie Helene Brouse da bir makalesinde “Kastrasyon bir fallik değerin üretilmesidir. Yani gösterenin ağına takılmamış canlıyı insanlaştırma şeklidir.[xxxvi]” diyerek fallüs göstereninin bu işlevine değinir.
Lacan'ın da belirttiği gibi “şüphesiz ki bilinçdışının kehaneti özneyi çok önceden uyarmıştır: annesinde eksik olan fallüs olamadığından ona tek kalan çözüm erkeklerde eksik olan kadın olmaktır[xxxvii]”. Fakat fallüs gösterenin nevrozdaki işlevinin aksine Kadın'a itişin ruhsal alandaki yapılandırıcılığı tartışmalıdır. Daha fazla hezeyana, bir imgeye fikslenmeye de itebilir. Hezeyan bir iyileşme denemesi ve klinik anlamda psikozda görülebilen negatif belirtilere kıyasla daha iyi bir terapi/tedavi prognozisi olsa dahi Schreber'de de gördüğümüz gibi uzun süreler yoğun depresif duygular ve kaygı bu oluşum sürecine eşlik edecektir. Bu noktada makale kapsamında açamayacak olsak dahi Schreber'in güncesi ve psikozlarla olan daha güncel çalışmalar klinik olarak bu durumlarda nasıl çalışabileceğimizi detaylı bir şekilde ele alırlar.
Konuyu başka bir yerden ele almamız gerekirse; Baba'nın-Adı ve fallüs gösterenlerinin menedilmesi erkekliğin menedilmesi demektir. Kadınlık ve erkeklik kitabının ikinci bölümü olan klinik yapılar bölümünde Paul Laurent Assoun, nevrozu kadınsının bastırılması; sapkınlığı inkâr testinde kadınlık ve erkeklik; psikozu ise erkekliğin menedilmesi olarak tanımlar. Bu durumda erkeksiyi ve erkeğin zevkini tanımlamaya yarayan gösterenler menedildiğinde geriye, aslında yapısı gereği tanımsız olan, Kadın kalır. Kadın’a İtiş de işte tam bu anda gerçekleşmektedir.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken, bunun kadınsıya değil Kadın'a İtiş olmasıdır. Kadınsı konumlanma, içerisinde birini (gerçek hayatta erkek ya da kadın olduğu fark etmeksizin) arzu etmeyi barındırır. Başka bir deyişle arzulayan bir özne konumunda olmayı yani özne ve nesnesinin ayrık olmasını barındırır. Oysaki Kadın'a İtiş’in gerçekleştiği durumlarda birey arzulayan bir kadın/erkek konumundan ziyade, yasa tanımayan Öteki’nin zevkinin nesnesi konumundadır.
Kadın'a itiş, gösterene dair bir meseledir ve bu bağlamda düşünüldüğünde esasen cinsiyetsizdir. Kimi zaman Schreber, Aimée ve Adile'de olduğu gibi günlük hayatta kullandığımız anlamıyla kadına dair ögeleri içinde barındırsa dahi, esasen kuramda, bireyin kendisi ile Ötekisi arasındaki ilişkisinde aldığı istisnai konuma dair bir kavramsallaştırmadır. Yani alınan bu tekil konumların her birinde -özellikle Schreber'de olduğu gibi- açıkça Kadın’a dönüşme yaşantısı yoktur. Bir kişi kendisini Tanrı ya da Babaların babası, Führer olarak tasarladığında da benzer bir ruhsal dinamiktedir: bu durumda da istisnai bir konuma, Kadın'a itilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka deyişle Kadın'a-itiş, “birisinin/bir topluluğun ‘biricik'i konumuna” geçmeyi işaret eder: kişi Kadın'a itişi yaşadığında kendisinin bu yolla bir adlandırması olur. Göreceli olarak acı verse dahi bu adlandırma ile bir anda Öteki’ne göre tanımlanabilir/konumlanabilir olmuştur: Tanrı'nın karısı Schreber; annesinin hiroşima büyüklüğünde büyüler attığı güzel, kıskanılan prenses Adile; sanatçı Duflos’un üzdüğü ve zulmettiği Aimee; kitlelerde eksik olan Führer gibi.
Bu konuya dair kuramsal son bir mesele ise psikotik öznenin kendisi Kadın'a-itilen olabileceği gibi bu özelliği, özel konumu bir tanıdığına, bir ötekine de atfedebileceğidir. Kanibalik Japon takma adıyla bilinen Issei Sagawa, 1981 senesinde bu türde bir sürece tanıklık eder. Kendisi, kız arkadaşını öldürüp yemiştir. Cinayetinden sonraki bir ifadesinde “Kadının bedeninin ne olduğunu görmek istediğini” dile getirmiştir[20]. Bu durumda onun, partnerini Kadın'ı gerçekleştiren konumuna koyduğunu görebilmekteyiz. Alain Vanier’in yukarıda da değindiğimiz konuşma metninde Kadın’a İtiş kavramı bağlamında değerlendirdiği hastası Bay R’nin, partnerleriyle yaşadığı doyum verici bir cinsel deneyimin ardından öfkeyle onlara saldırmasının altındaki dinamik üzerine de düşünebiliriz. Ona göre Kadın’ı gerçekleştiren konumdaki partnerleri ile aynı anda yaşadığı cinsel tatmin deneyimi, Bay R’nin kadınsı hazzını olduğu gibi deneyimlemesine yol açıyor; kaybolan bu beden sınırlarının bir diğer sonucu olarak ise tıpkı kendisinin partnerinin hazzını deneyimleyebildiği gibi kendi hazzının da partneri tarafından hissedilebildiği endişesine kapılıyordur. Bay R için bu an dayanılmaz oluyor ve partnerine ciddi derecede şiddet uygulayarak onun beden ve zevk sınırları içerisinde kaybolup gitme deneyimi ve bunun yol açtığı yoğun endişeden kurtulmaya çalışıyordur. Issei Sagawa’nın partneri gibi Bay R için de partnerinin Kadın’ı gerçekleştiren konumda olduğunu görüyoruz. Birinin canibalik dürtü ile içine alarak Öteki’ne dönüştüğünü, diğerininse bu dönüşme deneyimini hissettiği anda darbeyle bedenini partnerinden ayırarak tekrar bulabildiğini görmekteyiz. Issei Sagawa, Öteki karşısında konum almak, ona göre tanımlanabilir olmak yerine Öteki’nin içinde (kendisinin içine alığı Öteki ile de diyebiliriz) kaybolup giderken; Bay R, Öteki ile sınırlarının kaybolmasının yol açtığı Kadın’a itilme anlarının ardından partnerine karşı sergilediği şiddet eylemleri ile Öteki’nden ayrı bir konum, yer alma çabasını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu vakalarda da açıkça gördüğümüz ve François Leguil'in de incelikle dikkat çektiği gibi Kadın'a-itiş bir sebep değil “bir etkidir[xxxviii]”.
Yukarıda değindiğimiz olgular bağlamında da görüldüğü gibi aynı yapılanmadaki öznelerin her birinin deneyimdeki öznel yaşantısı gibi Kadın’a İtiş de her psikotik yapıda aynı şekilde tezahür etmez. Bu bölümde getirdiğimiz Kadın'a İtiş'e dair kuramsal olguların klinik bağlamda değerlendirilmesine yardımcı olması adına; metnimizin son bölümünde, Adile vakasından sunacağımız uzun kesitler ile onun öznelinde nasıl bir sürecin işlediğini yakından takip etmeye çalışacağız.
Adile ve Kadın'a İtiş üzerine
Adile için açıktır ki Kadın'ı gerçekleştiren kendisidir ve onda hiç kimsede olmayan bir çekicilik mevcuttur. O, “evlenilmek istenilen”, “arzulanan”, herkesin haset duyduğu Kadın'dır ve tam da bu sebeple büyüler atılarak yok edilmek istenmektedir![21] Adile için üçüncü (Ödip) ile tesis edilemeyen Öteki ile uygun mesafe; onun yaşamına, kendine, konumuna, cinsiyetine dair anlamdan yoksun kalmasına ve libidosunu bedeninin erojen bölgelerinde lokalize edememesine yol açmaktadır.
‘‘On sekiz yaşında bir rüya gördüm. Uzakta bir cami (...) sonra bir sanat tarihi kitabında o camiyi gördüm; İran’daki İsfahan Camii’ymiş. Allah katında bana vahiy indirilmiş. Vay be dedim! Nortradamus'un kehanetinde de Prens ile ilgili bir şey yazıyor. O bahsettiği kişi benim. Bazen karıştırılıyor: prens, prenses”
Bu rüyasından birçok kez bahsetmiş ve rüyasında beliren, getirdiği ögeler ise hezeyanının yapı taşlarını oluşturmuştur:
“O, gelecek ve dünya toplumunu düzene sokacak” deniyor. Dört büyük şeyin birleşiminden, 19 Mayıs Perşembe günü büyük bir bayramda doğanın anne ve babasının karanlık tipler olduğundan bahseder kehanet. Kraliçe Elizabeth istemiyor ama bunu. Benim hapishanede çürümemi istiyor. Annem de onun adamıydı. Beni yok etmek istediler… Annemin zulmünden intiharı bile denedim, kendimi iple boğmaya çalıştım fakat boynum inceldi, ölmeyeyim diye…”
Görüyoruz ki, Adile rüyasını bir bilinçdışı üretimi olarak değil, Tanrı'dan kendisine gelen bir vahiy olarak değerlendirmektedir ve bu tespitinden de emindir. Rüyası yıllar sonra dahi, Freud'un dediği gibi arzuyu gerçekleştiren bir bilinçdışı üretimi statüsünden ziyade, kendisine gelen bir vahiy statüsündedir. Adile'nin rüyasına dair bu okuma biçimi de bu okumadan eminliği de bizlere psikozunun yapısına dair bilgi verir. Hezeyanının çok erken tarihlerinden itibaren o, sınır tanımayan bir Öteki'nin tüm dikkatini üzerine yoğunlaştırdığı nesnesidir.
Annesi ve babası, o daha 9 yaşındayken ayrılmış ve babasıyla ilişkisi hep kopuk, uzak ve mesafeli olarak kalmıştır. Annesiyle yalnız yaşayan Adile için bu tümgüçlü Öteki konumunu da hezeyanının en erken döneminden itibaren, belli ki annesi alır. Bu şekilde imgesel aks kurulur (a – a'): Kraliçe Elisabeth'in haset duyduğu Adile bir tarafta, Kraliçe Elisabeth ve onun işbirlikçi annesi diğer tarafta. Bu tasarımda özne de Öteki de eşit düzeyde yasayı tanımayan ve kastre olmamış imgeler olarak belirirler. Böylelikle hissettikleri de bir anlam kazanır: Eğer o, İngiltere Kraliçesi ve işbirlikçi annesinin en büyük rakibiyse, onlar tarafından her an zarar görebilir de!
Bu tümgüçlülük illüzyonu bir nevrotikteki öteki kadına ve ötekilere atfedilmiş tüm bilgileri iptal eder:
“Dışarıda erkekler beni rahat bırakmıyordu. (...) Sonra kadın geliyor sana hesap soruyor. Düşman olurlardı bana. Bana ne kardeşim sahip çık o zaman kocana. (...) Annem de erkeklerle çok sıkıntılıydı, ilk sevgilisi hiç beğenmemiş. Kalbi kırılmış. Babam da çok kötü fikirlisin derdi, beğenmezdi. Hep sevgilileri birkaç gün çıkardı. Sonra ayrılırlardı. Benim gibi sevilen evlenilmek istenen biri değildi…”
Kendisi ile görüşmeye gelen bir kadın olan görüşmeciye dair bile bir merakı ya da sorusunun olmadığı aşikardır. Öyle ki Adile, klinisyeninki de dahil olmak üzere “insanların teninin kokusundan DNA testi bile yapabildiğini” söylüyor ve bu yolla insanların neler yediğini, karakterlerini, düşüncelerini algılayabildiğini dile getiriyordur.
“Mesela bazı insanlar size huzursuz hissettirirler... Kalorileri var her yediğimizin. (...) İnsanı tabii ki yemezsin ama yemeğe kalksan bizim bile bir kalorimiz var. İnsanların teninin kokusundan DNA testi bile yaparım ben. Ben sizin neler yediğinizi de çıkarırım...” (başka bir seansta) “Bu hafta çok et yemişsiniz.”
Bu kesitte Adile için hem kanibalik dürtünün aktifliğini hem de öteki kişilerin kendi ruhsal dünyasında nasıl tasarlandığını ve konumlandığını duyabiliyoruz. Burada görüyoruz ki bilen o’dur. Lacan'ın dediği gibi psikozda bilgi psikotiğin tarafındadır. Bir nevrotikle analiz deneyiminde olanın aksine klinisyen, psikotik için bildiği varsayılan özne konumunu canlandırmaz.
Adile’nin bu söylemlerinde ikinci olarak tanıklık ettiğimiz olgu ise hezeyanın kendini nasıl dayattığı ve dilin hezeyanın oluşumundaki konumudur:
“Gözünün tutması, tutmaması Türkçe de çok garip bir dil! Annemi de görseniz öyleydi. (...) Çocukken sorardım “niye annemin gözleri çok çirkin, ben niye güzelim, niye annemde olmayan her şey bende var” diye.’’
“Gözü tutmamak” deyiminin nasıl da somutlaştığını duymaktayız. Gözü tutmamak dilimizde esasen güvenilmez olanı işaret ederken, Adile için gözü çirkin olanı, ona çirkin gözle bakanı işaret ediyordur. Buradaki düşüncesini ise bir halüsinasyonunda gerçekten gördüğünü dile getirir: çirkin gözlü annesinin, onun güzel gözlerini çıkarttığını öngörür ve ölümcül eylemi de bu zulme bir yanıt olarak vuku bulur. Kötü gözle bakılan olmaktan, çirkin gözlü anneye; sonrasında annesi tarafından gözü oyulacak mağdurdan, kendini korumak adına annesinin faili olmaya uzanan bir yolculuktur onunki. Adile’nin tüm bu söylemlerinde tanıklık ettiğimiz dildeki dağılmadır. Kelimeler somut şeylere dönüşmüş, metafor ise işlevini ve işlevselliğini tamamen kaybetmiştir. Metonimik, sonsuza kadar açılabileceğini düşündüğümüz bir dil kalmıştır geriye. Kelimenin işaret ettiği imgelerin hepsi konuşması sırasında adeta zihninde canlanmaktadır. Metaforların kullanıldığı anlamı kaybolmuş, tabiri yerindeyse söz ile işaret ettiği anlam arasındaki bağ kopmuştur. Bu kesitler, Baba’nın Adı ve fallüs gösterenlerinin menedilmiş olduklarından, ruhsal dünyadaki diğer tüm gösterenleri ve metaforları vektorize etme işlevini yerine getiremediklerini ve kurulamayan simgesel alanı gözler önüne sermektedir.
Adile, eyleme geçişinden önce yaşadığı süreçlerle esasen bütün klinisyenlere ve bu yapılanmadaki öznelerin ailelerine bir uyarıda da bulunmaktadır. Ruhsal dünyasında aldığı konumdan ve dolayısıyla annesiyle birlikte yaşamasının onun için zorlayıcı olmasından mütevellit, annesinden uzaklaşan ve kendisine yeni bir hayat kuran Adile, Akdeniz'de kendisini izole ettiği evinde resim yaparak, faydalı bitkiler hakkına fikirler verdiği bloğuna yazarak, yeni bulduğu tarifler ile yemekler yaparak ne kadar iyi vakit geçirdiğini seanslarda anlatmıştır. Burada nispeten mutlu bir hayatı olduğunu dile getiren Adile için Öteki ile bu mesafe alışının onu sakinleştirdiği ortadadır. Başka bir deyişle bu uzaklaşma, kuvvetle ihtimal giriştiği bir iyileşme denemesidir[22].
Annesinden uzak ve daha huzurlu hissettiği hayattan koparılıp zorla İstanbul'a getirilmesiyle işler kendisi için de annesi için de daha kötüye gider. Bu ölümcül eyleme geçiş bir anda gerçekleşmemiştir. Öncülleri de vardır. Hatta annesine karşı ilk ve yarım kalmış eyleme geçişi, tam da İstanbul'a taşınmadan önce, annesi geri gelmesi için baskı yaptığı sırada gerçekleşmiştir. Bir anda annesinin boğazına sarılmış, onu sarsmış fakat “onu öldür ve kurtul” diyen seslere boyun eğmemiştir[23].
Alain Vanier'in vakası Bay R eğer karşılaşırlarsa “ya annesinin ya da kendisinin ölü olacağından” emindi. Bu vakanın annesi, oğlunun şiddetinin gittikçe arttığını ve tehdit altında olduğunu hissettiğinden, emekliliğini alıp memleketine dönmüştü. Bu noktada bu mekânsal ayrılığı psikiyatrları ve psikanalisti de desteklemişti. Görüyoruz ki Bay R'nin annesinin aksine Adile'nin annesi bu yıkımdan mesafe alamamış ve bu ısrar onun canına mal olmuştu.
Bu süreç annesinin vefat etmesiyle sonuçlansa dahi, Adile’nin ruhsal dünyasını stabilize etmiştir: O, kendisini ünlü, bu eylemiyle tanınan ve gerçek ününe dört duvar arasında kavuşan Kadın olarak tanıtmaktadır. Cezaevinde ise daha önce de başvurduğu çözüm denemesine yani izolasyona tekrar sahip olmuştur. Yukarıda da değindiğimiz gibi öncelikle nesnel gerçeklikte psikiyatrik ya da yasal dayanağın olmamasının ve kendisini zorla yanına getiren annesinin baskısı altında, kendi çözümlerinden yoksun kalarak; ruhsal dünyasında onu işgal eden, zevkinin nesnesi konumuna getiren Öteki’nden ayrılabilmesi, mesafe alabilmesini sağlayan bir tek ölümcül eylemi kalmıştır geriye. Ödip ile simgeselde gerçekleşmeyen ayrılma gerçeklikte vuku bulan eylemi ile; onu yasa ve hapishanenin sınırları ile kapsayıp yatıştırmıştır. Cezaevinde ne kadar rahat olduğunu, eskisine kıyasla çok daha iyi/rahatlamış hissettiğini çokça dile getirmiştir:
“Burada hayattan bıkkınlığım geçti, zevk alır oldum hayattan. Oysaki ben deniz kenarında büyüdüm ama kimlerle olduğun çok önemli. Senin kuyunu kazan, seni öldürmek isteyen birileriyle olduktan sonra dünyanın en güzel denizinin ne anlamı var! (..) Burada içim huzurlu, geziyorum. Sakinim!
“Burada denize gidemezsin; bazı günler sigaran yok, içkin yok, dans yok, seks yok... Tuhaf! Kendini sakin tutmak zorundasın ve yapıyorsun da çok garip… Inside of the box gibiyim hapisanede (...) Repetition, süreğenlik, sıradanlık yani; inside of the box become outside the box! (…) çok yaratıcı oldum burada.
Psikoz, bizi kendi nevrotik dünyamızdan çıkartır. Biz kadını kadın, erkeği erkek olarak görür ve ta ki bir analize başlayana kadar cinsel tercihlerimizi kendiliğinden gerçekleşmiş, doğal süreçler olarak deneyimleriz. Bir anne ve kucağında bebeğini gördüğümüzde onların bir kadın ve bebeğin kıyafetinin renginden dahi kız ya da erkek olduğunu düşünürüz. Oysaki psikoz, cinsiyetlenmenin nasıl uzun ve karmaşık süreçlerin inşası olduğunu bize gösterir.
Sözlerimizin sonuna gelirken diyebiliriz ki; paranoid eyleme geçiş gibi, Kadın-a İtiş de sır(r)ı kalkan ayna karşısında öznenin kendi imgesinin izdüşümü ile girdiği mücadelede; sınırlanan, daha az kaygı verici, yeni bir anlam, yeni bir yol olarak görülebilir. Bu bağlamda Adile de kendini gerçekleştirmiş kehaneti ile bir süreliğine sakinleşmiş, istisna-i konumuyla ona ve üretimi olan resimlerine yer veren cezaevinde rahatlamış görünse dahi bu çözümü kendisinin satır aralarında okunabileceği gibi kati değildir:
“O, tanınmış olan!
Kafayı ve cümlelerini toparladıktan sonra ... son kehanetini ve son aydınlanmasını büyük, dört duvar arasında gerçekleştirir.” der.
Umut edelim ki, bilinçdışının kehaneti gerçekleşip, bir sonraki sanrılı dönemine girdiğinde kendisini koruyabileceği çözümleri ilki kadar yıkıcı olmasın ve çevresindekiler de psikiyatri servisleri de daha kulağı açık bir şekilde yanında olabilsinler ya da yapıtı kendisine daha köklü bir çözüm sunuyor olsun.
[1]Adile, Tülay Aydın Türkmen tarafından ‘‘Yakın İlişkide Olduğu Kişiye Karşı Ölümcül Eyleme Geçen Yetişkin Kadınların Ruhsallıklarının İlk Nesneyle Kurdukları İlişki Bağlamında Rorschach Testi ile İncelenmesi’’ adlı yüksek lisans tezi kapsamında yapılan araştırmaya kendi onayıyla katıldı: İlk karşılaşmalar ön görüşme, Rorschach ve Tematik Algı Testi uygulamalarının ardından 8 seans sürecek görüşmeler gerçekleştirildi. [2]1942-1911 yıllar arasında yaşayan Daniel Paul Schreber, o yıllarda dementia praecox (erken bunama) olarak adlandırılan, paranoid şizofreni hastalığından mustarip bir Alman hukukçu idi. 1902 yılında, kendi deyimi ile ikinci kez hastalandığı dönemin ardından yaklaşık 8 yıl süren akıl hastanesi sürecinin sonunda anılarını yazarak, hastaneden çıkarılması adına mahkemeye sunduğu yazılarını, 1903 yılında “Akıl Hastalığımın Hatıratı” olarak yayımlamıştır. 1911 yılında Schreber’in kendi yazdığı anılardan ve hakkında yapılan incelemelerden yola çıkan Freud, 1911 yılında “Bir Paranoya Olgusunun Özyaşam Öyküsü Üzerine Ruhçözümsel Notlar” isimli bir makale ile psikoz ve altta yatan nedenleri üzerine incelikli bir analiz çalışması sunmuştur. [3]2 Şubat 1933’te Fransa’nın Le Mans şehrinde gerçekleşen dehşet verici bir cinayetin failleri olan Christine ve Lea İsmindeki iki kız kardeş, ev sahibeleri Madame Danzard ve kızı Isabelle’i canice öldürdükten sonra bulunduklarında birlikte aynı yatakta çırılçıplak yatıyorlardır. [4]Metnin ilerleyen bölümlerinde bu vaka hakkında bilgi verilmiştir. [5]3 Haziran 1835 yılında ailesini, babasına iyi davranmadıkları gerekçesi ile, öldürmüş 20 yaşındaki Pierre Riviere’in, hapishanede yazdığı anıları mahkeme heyetine sunulduğunda, kan donduran bu eylemin delilik mi yoksa canilik ile mi nitelendirilebileceği üzerine derin tartışmalar yaşanmıştı. [6]8 Nisan 1931’de Paris’teki Théâtre St-Georges’un kapısında, bir kadın tanınmış aktris Huguette Duflos’un yanına yaklaşır ve çantasından çıkardığı av bıçağı ile Duflos’a karşı saldırıya geçer. Bu saldırıda Duflos’un el tendonları kesilirken, saldırıyı gerçekleştiren Marguerite Anzieu önce iki ay kadar tutulduğu St- Lazare’da bir hücreye ardından Ste-Anne’deki bir hastaneye kapatılır. Aynı hastanede genç bir psikiyatrist olan Lacan’ın karşılaştığı bu kadın, daha sonralarda, kendi yazdığı bir romanın karakteri olan -sevilen anlamındaki- Aimée ismini verdiği meşhur tez vakası olacaktır. Ona göre Bayan Anzieu da romanındaki Aimée gibi annesinin sevilen’idir. [7]Adile, kendisine sürekli kötülük eden, yükseliş anında ona engel olan, kendisini kıskanan ve büyük yükselişini gerçekleştirememesi için Kraliçe Elisabeth’in emirleri doğrultusunda kendisini öldürmek üzere olan annesini kendi ifadesiyle, kendisini korumak amacıyla öldürmek zorunda kalarak ceza infaz kurumuna gelmişti. [8]Schreber hatıratında sıklıkla, akıl hastanesine ilk yatırıldığı sıradaki doktoru Fleschig’in kendisine kötülük ettiğini/edeceğini yazmıştır. Schreber, D.-P., Akıl Hastalığımın Hatıratı, Pinhan, 2015, s.29. [9]Anneleri tarafından evlenme çağına geldiğinde çalıştırılmak üzere Madame Danzard’ın evine gönderilen iki kız kardeşten büyük olanı (Christine) annelerinin kendilerini ayırmasına dayanamaz ve kız kardeşini de aynı eve, yanına aldırır. İlerleyen yıllarda birbirleri dışından neredeyse kimseyle konuşmamaya başlayan iki kız kardeş anneleri gibi davranan otoriter ev sahibeleri Madame Danzard’ın baskı ve kendilerini ayırma tehditleri karşısında deliye dönüyorlardır. [10] Pierre Riviere, çocukluğundan beri garip davranışlarıyla tanınan bir gençtir. Olukça karamsar ve içe kapanık çocukluk ve gençlik yılları geçiren Pierre, insanlardan ve özellikle de kadınlardan uzak durmaya gayret eder. Kadınlarla -kendi annesi kız kardeşi de dahil olmak üzere- bir araya geldiğinde bedeninin harekete geçtiğini, penisinden bir sıvı geldiğini hisseder ve bu onun için dayanılamaz bir deneyimdir. Kendisini bildiğinden beri yüce olduğu fikirleri taşıyan Pierre, ailesinde yaşanan sorunlar sebebiyle babasını mutsuzluklarından kurtarmak gibi ulvi bir amaç için dünyaya gönderildiğini düşüncesi ile babasın zulmeden annesini, bu zulmü destekleyen kız kardeşini ve babasının -kendisi için üzülmesini engellemek amacıyla- kendisinden çok sevdiği erkek kardeşini vahşice öldürür. [11]Her an oğlunun hayatına kastedileceği hissi yaşayan ve bunu engelleyemezse “suç işlemiş bir anne” olacağı düşüncesinin dehşeti altındaki Aimee, bir gün oğluna yönelik bu tehditlerin nereden geliyor olabileceği hakkında düşünürken ofis arkadaşlarının sanatçı Duflos hakkında konuştuklarını duyar ve daha önce Duflos hakkında içinden “orospu” dediğini anımsar. Bu anımsamanın ardından Aimee için üst üste yaşanan olaylar arasındaki anlam zinciri kurulmuştur onun için: Duflos, kendisinden intikam almak istemektedir! [12] “Nortradamus kehanetinde de yazıyor. Prens ile ilgili bahsediliyor. O bahsettiği kişi benim. Bazen karıştırılıyor: prens, prenses. Gelecek ve dünya toplumunu düzene sokacak deniyor…” Adile, Seanstan alıntı. [13]Gerek Schreber vakası üzerine olan Freud’un çalışmalarına gerekse Papin kardeşler ya da Aimee vakaları üzerine Lacan'ın çalışmalarına baktığımızda paranoya adlandırması metinlerin başlıklarından itibaren çok açıktır. [14]Burada fantezi olarak geçen bizim şu an düşlem olarak çevirdiğimizdir. [15] Orijinal metinde werverfung(Alm.) olarak geçen kavram daha sonraları forclusion(Fr.), menetme(Tr.) olarak farklı dillere uyarlanmıştır. Psikanaliz literatüründe ilk olarak, Freud’un “Kurtadam” takma ismiyle bilinen meşhur vakasının ruhbilimsel çözümlemesini yaptığı “Bir Çocukluk Dönemi Nevrozu Öyküsü”nde geçmektedir. [16]‘‘Ne var ki, artık Şeylerin Düzeni’ nin ben istesem de istemesem de mutlaka erkekliğimin yok edilmesini talep ettiğini ve bir kadına dönüştürülme düşüncesiyle uzlaşmaktan başka mantıklı bir yol kalmadığını açıkça fark ettim. Erkekliğim yok edildikten sonraki adım kuşkusuz, yeni bir insan ırkının yaratılması amacıyla kutsal ışınlarla döllenmem olacaktır’’(s.177). [17]“Schreber'in psikozunu açıkladığım hiperbolik fonksiyonu daha da açabilir ve bununla ilk itişle şekillenen kadına-itiş'ini gösterebilirdim: Bir baba'nın hiç mantığı yokmuşçasına istilasının (irruption) Öteki'nin alanında kendisini en yabancı gibi düşünmesini ve bir zorlama olarak hissedilen etkisini iyice açıklamıştım”. J. Lacan, « L’étourdit », Scilicet n° 4, 1973, p. 5 à 52. [18]Lacan psikozlarla çalışırken nevrotikler olarak anlama “tutkusuna” kapıldığımızı, nevrotikler olarak buna meyilli olduğumuzu fakat psikotik yapıda tam olarak da bundan geri durmamız gerektiğini, zira dilin farklı bir şekilde kullanıldığını işaret eder. “Burada, ... , ne olmuş olduğunu anlamak değildir mevzu. Bu bir fenomenoloji değildir. Gösterenin olmadığı, deliğin olduğu yerden soru özneye geldiğinde söz konusu olan anlamak/hayal etmek değil tasarlamaktır (concevoir)” ... “Onların sekreterleri olmakla kalmayacağız, (....) her zaman öğütlenenin aksine, bunun da ötesine geçip dediklerini harfi harfine alacağız. Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p.233 [19]''Simgeselin belirleyiciliği imgesel yapının gelip restore olduğu bir durumda ortaya çıktığına inanıyoruz.'' Lacan, « D’une question préliminaire à tout traitement possible de la psychose », Écrits, Paris, Seuil, 1966, s.568. [20] “Schreber için, çok açıktır ki kadına itilen konumunda olan kendisidir. Ama kadına-itiş terimini kendisi kadınsılaşarak gerçekleştiren değil de başkasına taşıtan birinde de bulamaz mıyız? Açmak gerekirse; bu göstereni taşıyan/gerçekleştiren kendisi değil de bir başkası olabilir. Bu durumda hala kendisini adayacak olan o kişi midir? Buna bir cevabım yok. Fakat açık olan şu ki: Schreber'de kendisidir taşıyan. Fakat kız arkadaşını öldürüp yiyen japonu düşündüğümüzde onun partnerini Kadın'ı gerçekleştiren konuma koyduğunu görüyoruz. Kendisi bir kadın bedeninin ne olduğunu görmek istemiş olduğunu dile getirmişti." [21]“Bu olay olduğunda annem bana bunu ben en yükselişe geçtiğimde yaptı, şeytani düşünen biri bana zarar verdi büyülerle… Benim gibi sevilen, evlenilmek istenen biri değildi… Çocukken sorardım niye annemin gözleri çok çirkin, ben niye güzelim diye, babama sorardım. Annemin kompleksleri olan her şey bende var… Önsezilerim çok kuvvetli, altıncı gün Rusya’ya saldırılacaksa biliyorum, öyle yazın. Önceden olacakları biliyorum. Orada da annemin bana saldırıp, beni öldürmeye çalışacağını öngördüm veya gözümü çıkaracağını ya da kolumun kırılacağını gördüm. Daha kötü bir şeydi, canlı kalabilmek için, nefs-i müdafaaydı yani.’’ Adile, seanstan bir alıntı. [22]Annesinin bu yasa tanımaz, tümgüçlü, her alanı kaplayan ve onu oldukça zorlayan ruhsal tasarısı her fırsatta dile geliyordur: “Ne yapar eder beni bulur o! Dağda kaybolsam, uçaktan düsem, yeryüzünden silinsem elindeki son parayı da beni bulmak için kullanırdı. Asla rahat edemezdiniz. İnsanlar deniz kenarında yaşar, sakinlikle, yumuşaklıkla, yavaşlıkla. Simit bile yesen güzeldir o ama rahat yoktu hiç. Deniz yok belki burada ama her şey dinginlikle, huzurla, sakinlikle mümkün. (…) Annem hiç beni bırakmazdı. Son parasını beni bulmaya harcardı. Telepati gücü ile. Herkesi düşürmeye çalıştı, bir beni düşürememişti... Adile kurtar kendini. Annemin bana zararlı olduğunu hissediyorum. Allah da istemiş benim hapiste olmamı.” [23]Annesi ile nasıl karşılıklı bir ilişkilenmeleri olduğunu esasen eyleme geçiş anlarından da görmekteyiz: kendisini asmasından, annesini boğmasına aldığı bir yoldur hezeyanı ile aldığı.
[i]Schreber, D. P., Akıl Hastalığımın Hatıratı, Pinhan, 2015, s.49
[ii]Schreber, D. P., a.g.e., s.127
[iii]Laplanche & Pontalis, Vocabulaire de la Psyhanalyse, s. 80
[iv]Razavet, J.C., De Freud a Lacan, “Du roc de la castation au roc de la structure, Un premier contournement de l'impasse freudienne: le phallus est un signifiant”, p. 77
[v]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 191
[vi]Lacan, J., Ecrits, Seuil, s.21
Çeviri esnasında okumayı kolaylaştırmak adına metne madde işareti eklenmiştir. Bu işaretleme şekli ana metine bulunmamaktadır. (ç.n.)
[vii]Freud, S., Olgu Öyküleri II, Payel Kitaplığı, 1996, s.118.
[ix]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 20
[x] p.73
[xi]Schreber, D.-P., a.g.e., s.60
[xii]Schreber, D.-P., a.g.e., s.29.
[xiii]Freud, S., a.g.e., s. 152-153.
[xiv]Freud, S., Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, Metis, s.58 - 82
[xv]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 40.
[xvi]Metin içinde dil birliği sağlamak adına bu kesit Fransızca'dan Türkçe'ye bizim tarafımızdan bir daha çevrilmiştir. Bu alıntının geldiği kesidi okumak isteyenler Cinsellik üzerine kitabında sayfa 84'de yer alan dipnot a yönelebilirler.
[xvii]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 21
[xviii]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 215
[xix]Schreber, D.-P., a.g.e., s.60
[xx]Freud, S., Narsisizm Üzerine ve Schereber Vakası, Metis, s. 58
[xxi]Başkan Schreber’in şeması, referans…
[xxii]Assoun, P.-L., Le Fantasme, Anthropos, 2em edition, s.77.
[xxiii]Lacan J., Le Séminaire, livre III, Les psychoses, texte établi par J.-A. Miller, Seuil, Paris, p. 329.
[xxiv] Lacan, J., D’une question preliminaire à tout traitement possible de la psychose, in Écrits, Seuil, Paris,s.56
[xxv]Freud S. Bilinçdışı, Metapsikoloji, Payel, s.195.
[xxvi]Freud S. Bilinçdışı, Metapsikoloji, Payel, s.197.
[xxvii]Freud S. Bilinçdışı, Metapsikoloji, Payel, s.198.
[xxviii]Freud S. Bilinçdışı, Metapsikoloji, Payel, s.200.
[xxix]Freud S. Bilinçdışı, Metapsikoloji, Payel, s.203.
[xxx]Freud S, Remarques psychanalytique sur l'autobiographie d'un cas de paranoia, Cinq psychanalyse, Paris, PUF, 1971, p.270 & Gesammelte Werke, Tome 8, p.250
[xxxi]Freud, S., Narsisizm Üzerine ve Schereber Vakası, Metis, İstanbul, s. 80.
[xxxii]Schreber, D.P., Akıl hastalığımın hatıratı, XIII.bölüm.
[xxxiii]Freud, S., Narsisizm Üzerine ve Schereber Vakası, Metis, s. 68.
[xxxiv]Lacan, J., D’une question preliminaire à tout traitement possible de la psychose, in Écrits, Seuil, Paris.
[xxxv]Schreber, D.P., Akıl hastalığımın hatıratı, Pinhan, Istanbul, XIII.bölüm.
[xxxvi]Brousse, M.H., Le pousse à-la-femme, un universel dans la psychose ?, In Quarto N°77 « Les effets de la sexuation dans le monde » juillet 2002.
[xxxvii]Lacan, J., D’une question preliminaire à tout traitement possible de la psychose, in Écrits, Seuil, Paris, p.44
[xxxviii]Leguil, F., Les deux corps du pousse a la femme, İn Ornicar- Dark Continent, Navarin, 2018, p.101
* Bu makalenin orjinal -uzun- hali, Pınar Arslantürk'ün süpervizörlüğünde ve kendisi ile birlikte, "Psikanalizde Kadınsı" çalışmasının bir çıktısı olan "Kadınlar, Aşkları, Yapıtları ve Yalnızlıkları" isimli kitapta yayımlanmak üzere yazılmıştır.
댓글